Ana Sayfa    » FELSEFE    » 11-12. Yüzyılda Felsefe    » İrşakilik   

İrşakilik

  

Peripatetizm ve sufizmin panteist felsefesinin yanı sıra 12. yüzyılda Şarkta üçüncü bir ilmi ve felsefi öğreti – İşrakilik meydana gelmiştir. Azerbaycan filozofu Şihabeddin Yehya Sühreverdi’nin kurduğu bu öğreti Kadim Şark ve Yunanistan felsefi fikrine kadar uzuyordu. 
Şihabeddin Sühreverdi’nin ve onun devamcılarının peripatetik konulara - mantık, metafizik ve fizik (doğa bilimi) özel eser hasretmeleri onların Aristoculuktan yeteri kadar esinlediklerine parlak  örnektir. İşrakiliğin kurucusu bazı konularda Peripatetizme eleştirel yaklaşırken Aristo’nun adını “Birinci Muallim” olarak saygıyla zikretmiştir.
İşrakiliği Karmatilik, ayrıca İsmaililik, Nusayrilik ve diğer mezhepler, öğretilerle ilişkilendirenler de olmuştur. İşraki filozofların eserlerinde tasavvufun etkisi büyüktür. Tesadüfi değildir ki bazı yazarlar İşrakiliği tasavvufun bir kolu olarak görmekteler. İşrakilik felsefesinin düşünce kaynaklarından bahsederken neo-Platonizmi ön plana çeken araştırmacılar da vardır.
Söz konusu etkilere rağmen İşraki filozoflar kendi seleflerinin düşüncelerini sadece tekrarlamamış, gerek antoloji, gerekse epistemolojik sorunları araştırırken bir çok yeni fikirler, mülahazalar ireli sürmüşler. İşrakilik önemli felsefi sorunların açıklanmasında önceki düşünce akımlarından farklıdır.
Değişik öğretiler arasında yakınlık, birinin diğerinden esinlenmesiyle birlikte, açık düşünce çatışmaları da söz konusudur. Bu durum mütekellimler ile Peripatetiklerin karşılıklı ilişkilerinde daha keskin şekil almıştır. Birçok ciddi meselelerde mutedil sufiler mütekellimlerle, İşrakiler ise Peripatetiklerle düşünce birliği içinde olmuşlar. Gazzali mantık ve felsefi ıstılahları ve prensipleri kullanmasına rağmen kendi eserlerinde Farabi, İbni Sina ve devamcılarını eleştirmiş, Peripatetik felsefenin sağlam temelden yoksun oluğunu ispatlamaya çalışmıştır. O Peripatetik bilimlere skolastik açıdan yaklaşarak, onların her biri üzerinde özellikle durmuştur. Mütekellim dünyevi ilimlerin dini ilimlerle bağlı olmadığını söylemiştir. 
Gazzali matematiğin dine açısından iki zararı olduğunu vurgulamıştır. Onlardan biri,  matematik öğrenen şahıs ondaki sübutların açıklığına hayran kalarak filozoflara rağbet besler ve böylelikle felsefi ilimlerin de bu tür ciddi esaslandırılmasına inanır. Söz konusu şahıs filozofların kafirlikle suçlandığını görünce filozoflara hak kazandırır ve kendisi de dinsiz olur.
Mütekellime göre matematiğin dine ikinci zararı ondan ibarettir ki, İslamın cahil dostu (Hanbeli fakih) dine yardım göstermeyi felsefi fenlerin inkarında görür. O hatta filozofların dedikleri reel olaylara İslam adına karşı gelmektedir. Sonuçta cahil fakihin sözüne dini hüküm olarak bakıldığından felsefeye rağbet, dine ise nefret oluşur.
Bu dönemde Şarktan farklı olarak Garpta sadece dini ilimler öğrenilirdi. Dünyevi ilimler yasaklanmış, ilmi felsefe mevcut değildir. 11. yüzyılın sonlarında İspanya’nın Toledo şehrinin işgalinden (1085), Sicilya’nın tam işgalinden (1091) ve Yeruselim’in yıkılmasından (1099) sonra Avrupalılar Arapça ilimleri öğrenmek imkanı kazandılar. Matematik ve astronomi ilimleri Avrupa’ya, sadece İspanya aracılığıyla geçmiştir. 11-12. Yüzyılda Yahudi alimleri dünyevi ilimlere ve felsefeye dair birçok önemli risaleyi Arapçadan Latinceye çevirerek Avrupa ülkelerinde yaymışlar. 
O dönemde Hindistan’da dünyevi ilimlerin gelişmesine rağmen dünya bakışı ilme değil, dine dayanmıştır. Ebu Reyhan el-Biruni’nin haber verdiğine göre Brahman engizisyonu Hint mütefekkirlerini kendi buluşlarına dini renk vermeye zorluyordu.
Böylece 11-12. yüzyılda beşer felsefesi tarihi Azerbaycan filozofları ve Şarkın Müslüman filozofları sayesinde ilmi felsefeden yoksun değildir. 12. Yüzyılda Şark peripatetizmi, panteizm ve İşrakilik dünya felsefi düşüncesinin zirve noktaları idi.



Oxunub: 119360